Ana içeriğe atla

İç Toprak: Bağırsağın Ruhsal Haritası Yazı Dizisi – Bölüm 2


 Bölüm 2- Bağırsağın Unutulan Hafızası

Bağırsak yalnızca bir sindirim sistemi değil; aynı zamanda görünmeyeni saklayan, gizliyi tutan bir kabirdir. Bu kabir canlıdır; nefes alır ama konuşmaz. İçinde gömülü olanlar yalnızca yiyeceklerin kalıntısı değildir. Bastırılmış sesler, susturulmuş haykırışlar, zamanında söylenememiş sözler, hissedilip bastırılmış duygular… hepsi burada sessizce yatar. Ve biz, bedenimizin bu en derin yerinde unuttuğumuzu sandığımız her şeyi aslında hâlâ taşırız. Daha da üzücüsü, kendimizi bu birikim yani geçmiş sanmamızdır.

Bu iç toprak, doğumla birlikte şekillenmeye başlar. Ancak neyle beslendiği yalnızca fiziksel değil, duygusaldır da. Sevgiyle mi karşılandın, kucağa alınmadan mı bırakıldın? Dokunuldun mu, yoksa görmezden mi gelindin? Bütün bu ilk temaslar, bağırsaktaki ilk kayıtları oluşturur. Ama bu kayıtlar zamanla birikerek bir örtüye, bir katmana, bir suskunluğa dönüşür. Ve bir noktadan sonra bu yer bir mezarlık gibi davranmaya başlar.

Bu mezarın üstü örtülüdür. Gündelik hayatın telaşıyla, zihinle kurulan bağlarla, dışa dönük yaşamla… O örtü, hatırlamayı engelleyen bir sis gibi yayılır. Ama beden susmaz. Beden bilir. Özellikle de bağırsak. Orada bir çöküntü başlar, bir sıkışma, bir taşıyamama hissi. Tıpkı içinde bastırılmış duygular biriktikçe ağırlaşan bir toprak gibi.

Kabızlık, ödem, şişkinlik, ağırlık hissi, bunlar ; içte gömülü olanın dışa vurma biçimleridir. Kişi kendini taşımakta zorlandığında, çoğu zaman bağırsak taşıyamadığı bir geçmişi tutuyordur. O geçmiş bırakılmadıkça da çözüme varılmaz.

Bağırsak, insanın alt katmanıdır. Üst katlarda konuşan zihin vardır, alt katta ise konuşmayan ama unutmayan bir geçmiş. Geçmişle yüzleşmek, yalnızca bedenle değil, gömülenler de karşılaşmaktır.

Ve ancak biz bu içsel kabri kabul ettiğimizde, orada yatanları onurlandırdığımızda, sessizce gömülenleri ışığa çıkardığımızda; toprak yeniden nefes alır. Ve o zaman, içimizdeki bu yer hafifler. Bağırsak, mezar olmaktan çıkar; yeniden bir tohum yatağına dönüşür. Çünkü orası yalnızca geçmişin gömüldüğü bir yer değil, geleceğin de filizlendiği zemin olabilir. Bu dönüşüm, hatırlamayla başlar; üst bilinçle temasa geçildiğinde, artık sadece kayıt oynatılmaz  yeni bir yazım başlar.

Bağırsak florası, göremediğimiz dünyaları taşıyan bir iç haritadır. Doğumla birlikte, annenin mikrobiyomu bir tohum gibi iner bu toprağa; ancak asıl filiz, bebekle kurulan ilk bağın sıcaklığıdır. Bir kucaklamanın huzuru, duyulan nazik bir ses, bir anlık sevgi dolu bakış… Hepsi hücrelerde bir iz bırakır.

Yıllar sonra, bu ilk kayıtlar sessizce etkinliğini korur. Bir sabah uyandığınızda hissettiğiniz o ani huzursuzluk, belirsiz ağırlık ve şişkinlik aslında uzun zamandır saklı bir anının kapısını aralar. Bu hatırlayış, bir koku ya da bir dokunuşla tetiklenir; bedenin derinliklerinden gelen bir yankıdır.

Nasıl mı? Bir çocukken duyduğunuz sessizlik, bir kavga anında kaybolan kelimeler, bastırdığınız öfke ve korku… Tüm bu duygu kırıntıları bağırsakta birikir. Orada susturulan her his, zaman içinde kristalize olur. Ve biz, yeni bir deneyimde benzer bir titreşimle karşılaştığımızda, bedenimiz yıllar öncesinden bir kayıt çıkarır.

Bir ilişki yeniden başlarken, bir ebeveyn olduktan sonra, ya da bir kayıp yaşadıktan sonra... Her kritik dönemeçte bağırsak, o eski kaydı hatırlatır.  Bu hatırlatma çoğu zaman sancı, huzursuzluk veya beklenmeyen bir enerji patlaması olarak kendini gösterir.

Aynı zamanda bu hafıza, bireysel olmaktan çıkarak kolektif bir yankıya dönüşür. Aile dinamikleri, toplumun öğretileri, atalarımızın deneyimleri… Hepsi bu iç toprağın katmanlarında beraberce saklıdır. Kültürel ritüeller, beslenme alışkanlıkları, hatta dil yapıları bile bağırsak hafızasını besler veya zedeler.

Bu nedenle florayı onarmak, sadece prebiyotik ve probiyotiklerle sınırlı kalamaz. Duygulara temas etmek, bastırılan korkuları serbest bırakmak, güven duygusunu yeniden inşa etmek gerekir. Nazik dokunuşlar, farkındalık pratikleri, sıcak bağlanmalar ve bilinçli nefeslerle iç toprağın nemi yeniden sağlanabilir.

Bağırsakta birikenler sadece sindirilmemiş besinler değildir. Atılamayan duygular da burada birikir ve beden bunu toksin olarak algılar. Zihin unutur ama karın hatırlar. Fark edilmeden gün boyunca sıkılan karın kasları, aslında tutulmuş duyguların ifadesidir. Kişi ne zaman kendini sıkışmış hissetse, bedeni de eşlik eder; karın içten içe kasılır, kendini savunmaya alır. Bu fark edildiğinde, bedende çözülme başlar. Sadece fiziksel bir gevşeme değil, duygusal bir hafiflik de hissedilir.

Artık durup dinleme zamanı: İçsel toprağınızın sessizliğini nasıl dinliyorsunuz? Karnınız ne zamandır bu kadar sıkı? Taş gibi duran hangi duyguyu bırakmaya hazırsınız? Bu gizli bahçenin kapısını aralamak, bedenin bir sonraki nefesini taze ve canlı kılar.


Yorumlar

Yorum Gönder

İlgili Diğer Yayınlar

Rafine Şekersiz Siyez Keki

Rafine şeker kullanmadan en eski un olan 10 bin yıllık unla, siyez unuyla kek yapalım mı? Rafine şeker yerine ne kullanmak lazım. Sunni tatlandırıcılar da en az şeker kadar zararlıyken geriye ne kalıyor?  Ya bal ve pekmez. Bal ısıyla temas edince toksik etki yaratıyor. Pekmezde zaten çok uzun süre kaynatılarak yapıldığı için bu etki maalesef mevcut. En iyisi soğuk sıkım pekmezler tüketmek. Aranırsa bulunuyor. Pekmezi de ısıya dayanıksız olması yüzünden kullanmıyorum pişirilecek tariflerde. Geriye şeker yerine kullanabileceğim çok fazla da seçenek kalmadı. Meyvenin kendi şekeri dışında.  Tatlandırıcı için olgun muz ve kuru dut kullandım. Hurma ya da kuru üzüm, gün kurusu kayısı da kullanılabilir. Fermente mutfağımda kullanılmayan malzemeler; Rafine tuz, Rafine şeker, Rafine endüstriyel un (organik ve tam buğday unu da olsa kullanmıyorum) Kabartma tozu, Şekerli vanilin, Kakao (yalnızca ham kakao kullanıyorum) Zeytin yağı, Hindistan cevizi yağı  ve tereyağ...

Huzurlu Ayaklar Simyası

Huzurlu Ayaklar Simyası   İlk yazımızda ayaklarımızın unuttuğumuz dilini hatırladık. İkinci yazıda, bu dilin ardındaki ruhsal mesajları ve taşıdıkları derin hafızayı çözdük. Artık biliyoruz ki ayaklarımızdaki her sızı, her gerginlik, yönsüz kalmış bir niyetin veya taşımaktan yorulduğumuz bir geçmişin fısıltısıdır. Peki, bu fısıltıyı duyduktan sonra ne yapacağız? O ağır yükleri nasıl bırakacağız? Farkındalık, şifanın ilk adımıdır; eylem ise onun tamamlanmasıdır. Şimdi, bu içsel bilgeliği, doğanın saf gücüyle birleştiren bir ritüele, bir eyleme geçme zamanı. Bu yolculuk için kadim bitkilerin ruhunu taşıyan bir anahtar var elimizde ve ismi de;  Huzurlu Ayaklar  İçin; Lanolinli Ayak Bakım kremi Bu, yalnızca bir bakım kremi değil; niyetle formüle edilmiş, her bir damlası toprağın bilgeliğini taşıyan enerjetik bir karışım. Şimdi, bu iksirin içindeki simyayı ve onunla yapacağımız o dönüştürücü ritüeli birlikte keşfedelim. İçindeki Simya Bu kremi, bedenimiz ve ruhumuz arasındaki ...

Derin Akış- Bedenin Titreşimi

  BÖLÜM 1: Ego'nun Gürültüsü ve Varoluşun Sessiz Dansı Hareketi zihinsel bir telaş, durmayı ise bir yok oluş sanmak... Bu, sadece modern çağın değil, asıl olarak Egonun en büyük yanılgısıdır. Ego, varlığını sürdürebilmek için sürekli bir "oluş" haline, bir hikâyeye, geçmişten geleceğe uzanan bir zaman çizgisine ihtiyaç duyar. “Şimdi ve burada”ki o zamansız noktada var olamaz. O yüzden durmaktan korkar. Zihin durursa, hikâye biterse, kendisinin de yok olacağını bilir. Bu yüzden bizi sürekli bir yerlere yetişmeye, bir şeyleri oldurmaya, nefes nefese bir koşturmacaya sürükler. Oysa biz Egonun yarattığı bu hayali fırtınanın içinde savrulurken, hakikat tam olarak “şimdi ve burada”, sessiz ve muazzam bir ihtişamla akmaya devam eder. Yaşamın o en saf, en el değmemiş akışı, "Bilincin Dansı", Egonun dramalarından bağımsızdır. Kalp, egodan emir almadan atar; Amir memurdan emir alır mı? Hücreleriniz o büyük zekayla bölünür, yaralarınız siz planlamadan iyileşir. Bu, "...