Ana içeriğe atla

İç Toprak: Bağırsağın Ruhsal Haritası Yazı Dizisi – Bölüm 3

 

Bastırılmış Duyguların Beden Yükü

Beden her şeyi sindirmez. Her söz, her bakış, her yaşantı... Hepsi içimizden geçer. Bu geçiş esnasında direnç göstermek, zihnin tutunması ve biriktirme arzusudur. Zihin kendisini bu şekilde var eder.  Bu biriken yük, en çok bağırsakta taşınır. Çünkü bağırsak yalnızca yediklerimizi değil; hissettiklerimizi de sindirmeye çalışan bir organdır.

Bastırılan her duygu, dışa vurulmamış her öfke, yutulmuş her kelime bağırsakta kayıtlıdır. Bu kayıtlar gramofon gibi tekrar, tekrar ve tekrar bir ömür boyu çalar durur. Kimi zaman kabızlık olur bu yük; kimi zaman şişkinlik, kimi zaman içsel huzursuzluk., panik atak, depresyon, ani dizginlenemeden çıkan dürtüsel bir taşma...Esas mesele bedensel gibi görünse de, çok derindedir. Hâlâ sindirilememiş, bırakılmayı, fark edilmeyi bekleyen duygular.

Zehir, her zaman zahirden alınmaz. Batında bulunan, çok eski bir duygunun çözülememiş hâli, bir travmanın kalıntısı, kendine duyulan öfkenin donmuş bir parçası zehir gibi yayılır. Bu durum kandaki iltihaplanmayı artırır; beden kendini içeriden yakmaya başlar. Kişi bunu çoğu zaman anlamaz. Çünkü o duyguya zamanla alışmış, artık onunla bir bütün hâline gelmiştir.

Zehirle yaşamak, zamanla kişinin kimliği hâline gelebilir. O kadar uzun süre taşınmıştır ki, artık nereye ait olduğu, ne zaman başladığı bile hatırlanmaz. Bu yüzden bırakmak da zor gelir. Çünkü kişi artık o sıkışıklığın içinde kendini tanımlamaya başlamıştır. Konfor alanı, tam da bu konforsuz yerde oluşur. Huzur bile tehdit gibi gelir bazen, boşluk rahatsız eder, sessizlik gerginlik yaratır. Çünkü beden ve zihin zehire alışmıştır, diğer hiçbir şeyi bilmez, tanımaz ve bilinmeyenden korkar. 

Sindirilemediği için taşınan ve bırakılmayan bu yük, kişinin enerjisini sürekli emer. Ne kadar sağlıklı beslense de, ne kadar su içse de, beden derinlerden zehirlenmeye devam eder. Ve bu zehir, yalnızca bedensel değil; zihinsel ve ruhsal düzeyde de kendini gösterir. Yorgunluk, tahammülsüzlük, bulanıklık, uykusuzluk ya da tam tersi uyuyarak kaçmak… Tüm bunlar bedende biriken bu görünmez yüklerin izleridir.

Zehir zehiri çeker. Bu şu anlama gelir: bedende tutulmuş ve normalleşmiş olan içsel zehir, kendisine benzer olanı davet eder. Zihin, tanıdığıyla rahat eder. Bu nedenle geçmişte bastırılmış öfke, korku ya da değersizlik hissi ile iç içe büyümüş bir kişi, farkında olmadan bu titreşimde olan deneyimleri, ortamları ve gıdaları arar. Zehirli düşünceler, zehirli ilişkiler ve hatta gerçek anlamda toksik besinler kişiye cazip gelir. Çünkü içteki yapıyla dışarıdaki titreşim eşleşir. Bağırsakta biriken ve çözülememiş duygu yükü, sadece bedeni değil, seçimleri de şekillendirir. Tatlı krizleri, abur cubura yönelme, alkol ya da aşırı kahve isteği... Bunların çoğu zihinsel ya da duygusal açlığın beden yoluyla ifadesidir. Ve kişi bu döngüyü fark etmediği sürece, neyi neden yediğini, neden o insanlarla bir arada kaldığını ya da neden bazı ortamlardan çıkamadığını anlayamaz.

Zihni meşgul eden tekrarlar, yerleşemeyen ilişkiler, her seferinde benzer kişileri hayatımıza çekmek… Bunların hepsi bedenin bir yerinde hâlâ tutulmakta olan bu içsel zehirle ilişkilidir.

Zehirle beslenmek yalnızca kötü yiyecekleri tüketmek değildir. Aynı zamanda kendimize ait olmayan, başkalarından gelen, ya da geçmişten kalan bir şeyi hâlâ içimizde taşıyor olmak demektir. Zehir her zaman ağızdan yiyecek ya da içecek olarak girmez, kulaktan, gözden de girer. dinlediklerimiz, baktıklarımız, ilgilendiklerimiz de bizi, her an besler ya da zehirler. 

Bağırsaktaki bu çözülememiş içerik, bir süre sonra zihinsel bulanıklık, karar verememe, dağınıklık, karmaşa olarak kendini dışa vurur. Kişi neyin kendi sesi, neyin dışarıdan gelmiş bir yankı olduğunu ayırt edemez hâle gelir. İç ses ile iç yük birbirine karışır ve net bir ses bile artık yoktur.

Kimi zaman da bu zehir, dış dünyaya aktarılır. Haksız öfkeler, gereksiz savunmalar, sürekli kontrol ihtiyacı... Bunlar bağırsakta sindirilmemiş duyguların egoya dönüşmüş hâlidir. Beden taşıyamadığını bırakamadığı için, artık dışarıya yansıtır. Çünkü içerisi dolmuştur.

Bedenin bu içsel çağrısı duyulmadığında, rahatsızlıklar artar. Ve her rahatsızlık, bir kayıt noktasına işaret eder. Bedende sık sık tekrar eden belirtiler, aslında “burada hâlâ bir şey var” diyen işaretlerdir.

Tüm bu zehrin içinde sıkışıp kalan beden, bir noktada artık yalnızca bırakmak değil, yeniden canlanmak ister. İşte bu noktada florada bir uyanış başlar. Dördüncü bölümde, bu uyanışın neye benzediğini, bedenin nasıl hafiflediğini ve florayla birlikte bilincin de nasıl dönüşmeye başladığını birlikte hatırlayacağız.

Yorumlar

İlgili Diğer Yayınlar

Rafine Şekersiz Siyez Keki

Rafine şeker kullanmadan en eski un olan 10 bin yıllık unla, siyez unuyla kek yapalım mı? Rafine şeker yerine ne kullanmak lazım. Sunni tatlandırıcılar da en az şeker kadar zararlıyken geriye ne kalıyor?  Ya bal ve pekmez. Bal ısıyla temas edince toksik etki yaratıyor. Pekmezde zaten çok uzun süre kaynatılarak yapıldığı için bu etki maalesef mevcut. En iyisi soğuk sıkım pekmezler tüketmek. Aranırsa bulunuyor. Pekmezi de ısıya dayanıksız olması yüzünden kullanmıyorum pişirilecek tariflerde. Geriye şeker yerine kullanabileceğim çok fazla da seçenek kalmadı. Meyvenin kendi şekeri dışında.  Tatlandırıcı için olgun muz ve kuru dut kullandım. Hurma ya da kuru üzüm, gün kurusu kayısı da kullanılabilir. Fermente mutfağımda kullanılmayan malzemeler; Rafine tuz, Rafine şeker, Rafine endüstriyel un (organik ve tam buğday unu da olsa kullanmıyorum) Kabartma tozu, Şekerli vanilin, Kakao (yalnızca ham kakao kullanıyorum) Zeytin yağı, Hindistan cevizi yağı  ve tereyağ...

Kendi dönüşüm Hikayem- 2. Baskı- Fermantasyon İle dönüşüm Sanatı

  KENDİ DÖNÜŞÜM HİKAYEM Bu yolculuğa nereden başladığımı anlatmak kolay, ama nasıl dönüştüğümü anlatmak biraz daha derin bir mesele.  Çünkü gerçek bir dönüşüm, yalnızca dışarıdan değil; içeriden başlıyor.  Ve içeriden olan şeyin sesi bazen sessizliktir. Eskiden her şey çok daha karmaşıktı. Zamanla yarışan bir hayat, hep bir şeylere yetişmeye çalışan bir hal, her şey kontrol altında olacak sanrısı...  Ama içten içe biliyordum ki, bu hızda bir eksiklik vardı.  Bir şeyleri eksik yapıyordum, ya da fazladan yapmaya çalışıyordum.  Bir yerde içimden şu cümle çıkıverdi:  "Gerçek neydi? Gerçek olanla temas ettiğimde nasıl hissediyorum?

İç Toprak: Bağırsağın Ruhsal Haritası- Yazı Dizisi – Bölüm 1

İç Toprak: Bağırsağın Ruhsal Haritası Yazı Dizisi – Bölüm 1 Yaşadığını Sanmak – Uyanmadan Önce İnsan Nerede Yaşar? Bu yazı dizisi, bilgi aktarmaktan çok bir hatırlayışa alan açmayı amaçlar. Burada bağırsak florasına, insanın içsel yolculuğunun sembolü olarak yaklaşılır. Çünkü bağırsak, hem bedenin toprağıdır, hem de ruhun aynası. Bu beş bölümlük yazı dizisinde, bağırsak florasının fiziksel ve spiritüel anlam katmanlarını birlikte açacağız. Her bölümde, kadim bilginin ışığında ve sezgisel bir yolculukla; belki henüz dile gelmemiş ama derinden hissedilen farkındalıkların izinden ilerleyeceğiz. İnsan, kendini bilene kadar aslında yaşamaz; sadece yaşadığını sanır. Gerçekten yaşamak, yalnızca şu anın farkındalığında mümkündür. Zihin geçmişte oyalanırken ya da gelecekte savrulurken, kişi henüz kendi varlığının merkezinde değildir. İç bağ kurulmamışsa, yaşam bir sürüklenişten ibarettir. Bedende nefes olsa da yüzeyseldir; içte akan bir hayat yoktur.