Kitap- Ferda Uslu
Fermantasyon ile Dönüşüm Sanatı
İleri Dönüşüm Sanatı Fermantasyon
Bölüm-1
2. Kısım
Bağırsaklar, Zihin ve Ruh
Gece gördüğümüz rüyalar, gündüz kurduğumuz hayaller, yaşadığımız heyecanlar, korku, endişe ve tüm diğer duygular, dolayısıyla beynimizden bedenimize iletilen ve tepkisel eylemlerimizi belirleyen her şey bağırsaklarımızla ilintilidir. Heyecanlandığımız ya da âşık olduğumuz zaman midemizde kelebeklerin uçuşması, ya da strese girdiğimiz zaman midemize ağrı ya da kramp girmesi, çok sık idrara çıkmak ya da bu tür ani duygusal iniş çıkışlarda ishal olmak, duygusal durumumuzla bağırsaklarımızın ilgisini anlamımızı sağlar. Bağırsaklarımızda, beynimizde duygularımızı yöneten bölgeye direk sinyal gönderen birçok sinir ucu bulunur, bağırsaklarımızdan gönderilen bilgilerle duygusal durumumuz ve ruhsal halimiz belirlenir. Bağırsaklarımızda bulunan bakteri florası bu iletişim ağının arkasındaki yöneticilerdir. Floramızda patojenler çoğunluktaysa flora dengesi bozulmuş ve alınan besinlerin çoğu şekerli unlu ve vücuda faydasız besinler olmaya başlamıştır. Bu durumda beyne giden sinyaller de patojenlerin belirlediği çarpık ve negatif yüklü olacaktır. Unlu ve şekerli olan karbonhidrat içerikli yiyeceklerle beslendiğimizde floramız sağlıksız ve dengesiz bir yapıya dönüşür. Sağlıksız ve dengesiz bir florada çoğunluğu teşkil eden patojenlerin besin kaynağı da direk olarak zaten şekerdir. Bu yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar sorusuyla aynı türdendir. Zararlı mikrop ve bakteriler basit karbonhidrat yani şeker ve türevleri gıdalarla beslenirken, probiyotiklerin sindirilmemiş liflerle beslendiklerini söylemiştim. Bağırsak florası düzene girdikçe kişinin canının tatlı istememesi ve daha çok sağlıklı besinlere yönelmesi işte bu sebeple gerçekleşir. Sebzeler, meyveler, fermente besinler gibi sağlıklı gıdalarla beslenmeye başladığımızda bağırsak floramız dengelenecek, flora düzeldikçe de sağlıklı besinlere olan yeme isteğimiz ve ilgimiz artacaktır. Bu noktada beslenme ve flora arasındaki kısır döngüyü kırılarak, yerine sağlıklı bir döngü oluşturabiliriz. Bu tabloda şeker, basit karbonhidrat, glüten, unlu mamuller, işlenmiş fastfood gıdalar ve bu denklemin tam ortasında da sağlıksız gıdaları tüketen insan vardır. Bozulan florada patojen bakterilerin çoğalmasıyla bağırsakta hasar oluşur, patojen mikro canlıların besini olan şekerli yiyeceklere olan iştah da kendiliğinden artar ve kişi sürekli bu sağlıksız yiyecekleri yer hale gelirken bu döngüden memnun olmamakla birlikte kendisini bir türlü kurtaramaz. Bağırsakta bozulan denge tüm bedene yansıyarak sindirim boşaltım sistemlerini sekteye uğratır ve bağırsaklarda atılamayan atıklarla oluşan tıkanıklık vücut direncini azaltır, bağışıklık sistemini zayıflatıp her türlü hastalık ve virüse bedeni açık hale getirebilir. Bu sağlıksız durum cildimize ve saçlarımıza da hemen yansır. Direnci azalan vücutta alerjiler, astım ve çeşitli otoimmün rahatsızlıklara kadar uzanan bir dizi sağlık sorunları baş göstermeye başlar. Senaryonun tam bu kısmında sisteme ilave edilen çeşitli ilaçlarla kısır döngüde çember daha da daralarak durum içinden çıkılmaz bir hal alabilir. Böyle bir durumda yapılması gereken, döngünün bir yerden kırılmasıdır. Her şey ağza alınan tek bir lokmayla başladığına, dolayısıyla sindirimin de ağızda başladığına göre denklemin en başına dönerek mevcut döngüyü burada kırmak da mümkündür. Döngüyü fark etmek çözüme bizi götürecek ilk adımı atmamızı sağlar ve durumu tersine çevirmeyi başardığımızda sağlıklı besinlere olan ilgimiz artıp beslenme düzenimiz ve alışkanlıklarımız kökünden değişebilir. Mevcut durumu iyiye doğru tersine çevirmek, bağırsak hasarına ve floranın bozulma oranına göre biraz zaman alabilir ama neyse ki bedenimiz fabrika ayarlarına dönmekte çok maharetlidir ve zaten tüm hücrelerimiz bize rağmen her an bunun için çalışmaktadır. Tek yapmamız gereken ise kendi önümüzden çekilerek döngü kırılana kadar sabır ve irade ile bedenimize destek olmak ve ona kulak vermeyi öğrenmektir. Bunu takip eden süreçte bağırsaktaki hasar ve bozulan denge yeniden düzelerek genel sağlık durumunda iyileşme, sindirim boşaltım sorunlarının giderilmesi, vücut direncinin artması sebebiyle hastalıklara karşı direnç, cilt ve saç sorunlarının düzelmesi, duygu durumunda iyiye giden değişiklik, zihinsel ve ruhsal dinginlik gibi geniş bir yelpazede hissedilen rahatlama yaşanmaya başlar. Bağırsak hasarının onarılması için gereken zamanda beslenme alışkanlıklarında olan bu kökten değişimde kişinin azimli ve sabırlı olacağı bir süreç başlamış olur. Bedensel dengenin sağlanması için gereken öz disiplin, sabır, azim ve sebat gibi kişisel olarak gelişimimize katkı sağlayan erdemleri de kazanmaya başlarız. Her şeyin birbirine bağlı olduğu sistemimizde yediğimiz ya da yememeyi tercih ettiğimiz besinlerle başlattığımız iyileşme durumu, aldığımız kararlar, duygu durumundaki değişiklikler, sabır, vazgeçmek ya da devam etmek gibi zihinsel faaliyetlere kadar birbiriyle ilintili birbirine tetikleyen bir dizi davranış modeline dönüşür ve bizi de dönüştürür.
Bedensel denge sağlandıkça zihinde ve ruhta da dengelenme, beraberinde berrak düşünme yetisi oluşurken, bütünsel bir iyileşme süreci de başlamış olur. Beyin sisi olarak ifade edilen bulanık zihinsel durum, odaklanmada güçlük yaşanmasına sebep olurken, pek çok alanda günlük yaşamsal faaliyetlerimizi etkiler ve bizi bezmiş sıkışmış ve sıkılmış bir ruh haline hapseder. Bağırsakta bozulan denge ruhsal olarak dengesizliği de tetikleyerek, depresif ruh hali, tükenmişlik sendromu, gündelik işlere dahi odaklanamama, anksiyete, panik atak gibi sıkıntılarla birlikte ruhsal çöküntü ve depresyona da zemin hazırlar. Tüm bu sorun yumağının kökeni olan bağırsaklarımızın çözümün de temelini oluşturduğunu kavradığımızda, bu yönde atacağımız ilk doğru adım, bütün sistemimizi yeniden yapılandırarak, floramızı dengeye getirmek, fiziksel ve zihinsel sağlığımızı iyileştirmek adına iyi bir başlangıçtır.
Die-of, İyileşme Sendromu
Önceki bölümde anlattığım tabloda, kısır döngü kırılarak işlerin tam tersi yönde iyiye doğru gitmeye başladığında, bağırsaklarımızda asidik bir ortam etkinleşmeye başlar. Bu asidik ortam, patojen mikroplar, bakteriler, floramızda bulunan çeşitli mantar ve küfler yasabilecekleri bir ortam değildir. Florayı ele geçirmiş olan bu zararlılar, yeni sistem inşa edilmeye başladığında hızla ölerek tahliye sürecine girerken kana sızarlar. Bu durum vücutta toksin yükünü arttırır ve mevcutta var olan rahatsızlığımız her ne ise bu rahatsızlığın hissedilmesinde artışlar yaşanabilir. Örneğin bu dönemde baş ağrıları ya da eklemlerde ve kaslarda ağrılar olabilir. Kronik ağrılar artabilir, halsizlik, iştah kaybı ya da hafif depresyon yaşanabilir. Ciltte ya da saç diplerinde sivilceler oluşabilir, uykusuzluk, ya da gerginlik gibi duygusal boyutta da birtakım semptomlar görülebilir. Bu yaşananlar, derinde yaşanan yeniden yapılanmanın yüzeye vuran geçici dalgalarıdır. Kısa süreli olan bu iyileşme öncesi durumuna die-of yani iyileşme sendromu denir. Bu geçici semptomların tamamının akut olduğunu ve iyileşmenin ilk belirtilerinin olduğunu bilmek psikolojik bir rahatlama sağlar. Sebat göstermemiz gereken bir süreçtir ve ne yapıyorsak yapmaya aynı şekilde devam edersek aşılabilir. Yapılacak tek şey, programa harfiyen devam ederek, ne kadar doğru bir yönde gittiğimizi, kısa süre sonra kavuşacağımız genel sağlık ve zihinsel rahatlamanın bize çok yakında olduğunu kendimize hatırlatmaktır. Halı altına süpürülen toz toprak bir kez artık yüzeye çıkmaya başlamıştır ve geri dönüş işleri daha da içinden çıkılmaz bir hale getireceği için gidebileceğimiz tek yön ileriye doğrudur. Die-of sendromunda yaşananların zorluk derecesi yine kişinin bağırsak hasarıyla ve bu hasar sonucunda yaşadığı rahatsızlık türüne göre değişiklik gösterir. Die-of sürecindeki şikayetler genelde en fazla birkaç hafta sürüp, sona erer. Ciltteki ya da saç diplerindeki sivilcelenme biraz daha uzun süreli yani birkaç ay devam edebilir, ama sonunda bu geçici sıkıntı da biter ve bütün o birikmiş toz toprak vücuttan atılır. Ardından kendimizi çok daha enerjik hissetmeye başladığımız, genel sağlığımızda ve şikayetlerimizde gerileme yaşadığımız, cildimizin ışıldamaya, saçlarımızın parlamaya başladığı bir döneme gireriz. Bu yeni girdiğimiz iyileşme dönemi, iyileşme planımıza sadık kaldığımız sürece artarak devam eder. Deri altında birikmiş toksinin dışarı atılmasıyla sonuçlanan die-of sürecinin bir an önce tamamlanması için bol bol su içerek düzenli yürüyüşlerle detoks sürecine destek olmak bize hem bedensel hem de zihinsel rahatlama sağlar. Bu dönemde yüzmek, hamam ve saunaya gitmek de süreci rahat atlatmak için tavsiye edilenler arasında yer alır. Die-of sendromunun çok yoğun yaşanmaması için bağırsak hasarı yoğun otoimmun rahatsızlıkları olan kişilere canlı probiyotikler içeren fermente besinler minimal miktarlarda ve sulandırılarak başlanır. Örneğin probiyotik turşunun yalnızca suyu, sulandırılarak beslenmeye dahil edilerek başlanır ve bir hafta sonunda susuz olarak ve tanesinden de ilave dilerek diyete kademeli arttırmayla devam edilir. 21 günlük detoks programını detaylı olarak işleyeceğimiz bölümde bu konuda nasıl bir uygulama yapılması gerektiği konularını da anlatıyorum.
Ağız ve Cilt Florası
Bakteri ve mikroplar tabii ki yalnızca kalın bağırsaklarımızda yaşamazlar, onlar vücudumuzun her yerindeler. Sindirimin başladığı ağız florası da kalın bağırsak florası kadar önemlidir. Bedenimizi kaplayan ve dış dünya ile etkiletişimizi sağlayan organımız olan cildimizde bulanan cilt floramız da en az ağız floramız kadar önemlidir. Bu iki floranın da dengeli olması direk olarak bağırsaklarımızdaki floranın dengesini etkiler. Diğer önemli etkenlerden birisi de tabii ki nefes alırken soluduğumuz hava ile içimize her an giren mikro canlılar ve toksinlerdir. Yediğimiz gıdalar, içtiğimiz su, aldığımız nefes yoluyla vücudumuza giren bu toksinleri düşünürsek, güçlü bir savunma mekanizmamız yoksa sağlığımızın bozulması hiç da zor değildir.
Ağız floramızı korumak için ilk önce ağzımıza ne aldığımıza bakmak ve ardından dişlerimizi ve ağzımızı temizlemek için günlük olarak kullandığımız diş macunları ve gargara gibi kişisel temizlik ürünlerimize göz atmamız gerekir. Diş temizliğinde kullandığımız diş macunları aslında içerisinde pek çok zararlı kimyasalların bulunduğu, ağzımızın içerisinde köpüren tatlı deterjanlardan başka bir şey değildir. Bu diş macunlarıyla dişimizi fırçalarken yiyeceklerden geriye kalan kalıntıları dişlerden ve ağızdan temizlemeyi hedefleriz ancak ağız floramızın doğal dengesini bozarak ana hedefimizden uzaklaştığımızı fark etmeyiz. Bu tür diş macunlarının içinde bulunan zararlı kimyasallar bütün ağız yapısındaki mikrop ve bakteri popülasyonunu dolayısıyla sağlıklı florayı yok eder. Kullanıldığımız gargaralar da içerdikleri kimyasallar ve içerdikleri alkol aynı şekilde ağız ve boğaz yapısındaki flora dengesini tamamen bozup ortadan kaldırır. Ağız temizliğinde doğal diş macunlarını kullanmanın önemi bu noktada daha iyi anlaşılabilir, çünkü mevzu sadece ağzımızın içi ve dişlerimiz değil, genel sağlık ve bağışıklık durumumuzdur. Ağız florasının dengesini bozacak diğer bir diğer etken de beslenmeyle alakalı olup bol bol tüketilen şekerli ve unlu yiyecekler ve işlenmiş yiyeceklerdir. Bu tür yiyecekleri tüketmek ağzımızın içinde olması gereken asidik yapıyı bozar. Dişlerde, dilde ve genel olarak ağzımızın içerisinde yaşayan zararlı bakterilerin çoğalmasını destekler, yani floranın dengesini bozarken, patojenlerin ortama hakim olmasını destekler.
Öte yandan cildimiz bozulan bağırsak florasının ilk mesajlarını bize taşıyan organımızdır. Bu mesaj içerikleri, mantar enfeksiyonları, egzama, akne, kuruluk ve döküntüler gibi görüntü ve sağlık açısından rahatsız edici çok da hoş olmayan türdendir ve bağırsaklarımızda başlayan ölümün habercileri ve dışa yansımasıdır.
Saç derimiz ve saçlarımız da cildimiz gibi içimizdeki sağlık durumunu dışarıya yansıtan aynalardır. Saçlarımız elektrik kabloları gibi, dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya sürekli bir aktarım yapan verileri taşıyan antenler gibidir. Kırılan, dökülen, incelen, parlaklığını ve genel sağlığını yitiren saçlarımız içerde de bir şeylerin yanlış gittiğini bize gösterir. Neşe’nin kepek sorunu bozulmuş bağırsak florasını işaret ederken biz şampuan seçimimizi değiştirerek bu sorundan kurtulabileceğimizi düşünür ve her seferinde hayal kırıklığı yaşayarak yıllarımızı geçirmeye devam ederiz. Tıpkı cildimizde çıkan sivilce, akne, döküntüler, egzama ve mantarlar için sadece krem kullanarak iyileşmeyi umduğumuz gibi. Bütün rahatsızlıklar bağırsak florasının bozulduğunu hatta bağırsaklarda hasar olduğunu işaret ederken, tabii ki ağız kokusu, dildeki paslı görüntü de bağırsak florasının bozuk olmasının en görünür hallerindendir. Bu noktada anlaşılacağı üzere yine bir kısır döngü söz konusudur. Dişlerimizi temizlemek için kullandığımız diş macunları, saçımızı yıkadığımız şampuanlar, vücudumuzu, elimizi, yüzümüzü temizlemek için kullandığımız sabunlar yani kısaca temizlik için kullandıklarımız tarafından kirletilmiş ve hasara uğratılmışızdır. Oldukça ironi içeren bu tabloda, kişisel bakımımız için kullandığımız onlarca ürünle aslında kendi kişisel yıkımımızı gerçekleştiririz. Bir taraftan da bu hasarları iyileştirmeleri için kullandığımız başkaca yıkım ürünleriyle yüzeye çıkan sorunlarımıza çare bulmaya çalışır dururuz. İçinde dönüp durduğumuz bu çözümsüz çemberi fark etmemizle vücudumuzun SOS çağrısını duymaya başlarız. Bu çağrıya kulaklarımızı bu sefer tıkamayıp, kendi önümüzden çekilerek bedenimize destek olabiliriz. Sağlığımıza zarar verdiğini anladığımız tüm ürünlerin sağlıklı alternatiflerini kullanmaya başlayarak, kendi iyileşme sürecimizi başlatabiliriz.
Cildimizin doğal halinde, cilt üzerindeki denge unsurunun tanımı da diyebileceğimiz cilt floramız yani koruyucu bir bariyer vardır. Cilt üzerindeki bu koruyucu bariyer kendi içerisinde yağ, nem, mineral ve bakteri dengesi bulunan gözle görünmeyen şeffaf, ince bir tabakadır. Bu bariyer sayesinde dışarıdan gelebilecek her türlü etkene karşı cildimiz ve vücudumuz korunur. Cilt üzerinde bulunan gözeneklerden bedenimiz her an dışarıdan besin, hava ve nemi vücudun içerisine alırken hava ve nemle birlikte pek çok mikrop, bakteri, toz ve kiri de beraberinde içeriye taşır. Sağlıklı bir ciltte doğal olarak bulunan bu bariyer mikro fiber bir filtre gibi sürekli olarak dış etkenlerden bize temas eden her şeyde bulunan girdiyi işleyip süzerek bedenimize alır. Ciltteki bulunan doğal flora bozulduğu zaman ilk olarak bu durumdan cilt kendisi etkilenir ve sırasıyla da tüm organlar ve beden de bu durumdan nasibini alır. Kullandığımız onlarca kişisel yıkım ve bedenimizi kirleten temizlik ürünleri sonrasında cildimizde bulunması gereken doğal bariyerden söz etmek tahmin edersiniz ki mümkün olmaz. Böyle bir durumda ciltte meydana gelen kuruluk ve çeşitli cilt rahatsızlıklarından söz etmemiz kaçınılmaz olur. Cildimizi temizlemek için kullandığımız kimyasalların, doğal cilt bariyerimizi temizleyerek ortadan kaldırdığı doğrudur. Böylece dışardan gelebilecek tüm tehlikelere karşı açık olan cildimiz, doğal yağ ve nem dengesini de kaybetmiştir. Bu durumda da yine soluğu eczanede alarak cildimizi nemlendirmek ve iyileştirmek amacıyla kullandığımız krem ve losyonlarla, cilt gözeneklerini tıkarken, cildimizin nefes almasını da engelleyerek ortamın tuzunu ve biberini istemeden yine biz atarız. Çözüm yine filmi başa sararak sorunun kökenine inip, temizlenmek için kullandığımız kimyasalları bir kenara bırakıp, kirlenmekten kendimizi kurtardıktan sonra, kadim ve geleneksel temizlik ve bakım ürünlerine tekrar dönmektir. Şifa ve iyileşme sentetiklerde değil doğadadır ve bu da kendimizi bu şifaya açmamızla ancak mümkün olabilir.
Dolayısıyla sağlıklı beslenmenin yalnızca ağız yoluyla alınan gıdalarla mümkün olacağını söylemek çok eksik ve yanlış bir bilgidir. Ağız ve cildimiz için kullandığımız ürünlerinin yanı sıra bedenimize her an temas eden giysilerimizin de neyle temizlendiği önemlidir. Giydiğimiz tişört pantolon iç çamaşırı ya da yatarken başımızı koyduğumuz yastık kılıfı, üstümüze örttüğümüz yorgan ve nevresimi bile neyle yıkadığımız önemlidir, çünkü hepsi cildimize yani bize temas ederler. Bağırsak hasarını meydana getiren bu etkenlerin tamamının ortadan kaldırılması iyileşme sürecinin hızına da yakından etkiler. Bu hasarı düzelterek, sağlıklı ve dengede bir flora için ciddi bir detoks sürecine girildiğinde, vücuttaki birikmiş toksin yükü atılıp bağırsak florasının dengelenmesi mümkündür. İçten dışa detoks bölümünde konuyu tüm detaylarıyla hem bilgi hem de uygulamalı olarak anlatacağım.
Yorumlar
Yorum Gönder