BÖLÜM 1: Ego'nun Gürültüsü ve Varoluşun Sessiz Dansı
Hareketi zihinsel bir telaş, durmayı ise bir yok oluş sanmak... Bu, sadece modern çağın değil, asıl olarak Egonun en büyük yanılgısıdır. Ego, varlığını sürdürebilmek için sürekli bir "oluş" haline, bir hikâyeye, geçmişten geleceğe uzanan bir zaman çizgisine ihtiyaç duyar. “Şimdi ve burada”ki o zamansız noktada var olamaz. O yüzden durmaktan korkar. Zihin durursa, hikâye biterse, kendisinin de yok olacağını bilir. Bu yüzden bizi sürekli bir yerlere yetişmeye, bir şeyleri oldurmaya, nefes nefese bir koşturmacaya sürükler.
Oysa biz Egonun yarattığı bu hayali fırtınanın içinde savrulurken, hakikat tam olarak “şimdi ve burada”, sessiz ve muazzam bir ihtişamla akmaya devam eder. Yaşamın o en saf, en el değmemiş akışı, "Bilincin Dansı", Egonun dramalarından bağımsızdır. Kalp, egodan emir almadan atar; Amir memurdan emir alır mı? Hücreleriniz o büyük zekayla bölünür, yaralarınız siz planlamadan iyileşir. Bu, "zaten var olan" ve hiç durmayan ilahi bir ritimdir.
Sorun şu ki; Ego dümene geçtiğinde, bedeni de kendi korkularıyla kilitler. Zihnin (egonun) her yargısı, her korkusu, her kontrol arzusu bedende bir kasılmaya dönüşür. Omuzlarınızdaki o kronik sertlik, belinizdeki o geçmeyen sızı, aslında fiziksel bir yorgunluktan ziyade, Ego'nun akışa gösterdiği direncin maddede vücut bulmuş halidir. Ego "tutunmak" ister, yaşam ise "akmak". Bu çatışma, bedende blokaj dediğimiz enerji düğümlerini yaratır.
Gerçek şifa, Ego'nun "ben iyileştiriyorum" iddiasından vazgeçip, aradan çekilmesiyle başlar. Meditasyon dediğimiz o kutsal eylem de budur. Gözleri kapatıp Egonun hoşuna gidecek hayaller kurmak değil; onun o geveze sesini, o bitmeyen parazitini susturup, geriye çekilmek ve sadece "tanık" olmaktır. Müziği başlatmaya çalışmak değil, zaten çalmakta olan o ilahi müziği duyabilmek için gürültüyü kesmektir. "Sıfır Noktası"na erişildiğinde, insan hayretle fark eder ki; duran şey yaşam değil, sadece Ego'nun illüzyonudur.
Zihin sustuğunda, beden özgürleşir. Üzerindeki o yapay "kontrol" baskısı kalktığında, damarlar genişler, enerji meridyenleri açılır ve yaşam gücü (Chi/Prana), önündeki baraj kapakları açılmış bir nehir gibi gürül gürül akmaya başlar. Bu, sonradan kazanılan bir yetenek değil, varoluşun özüne dönüş halidir. Bu Öz’e dönüştür.
Ego sustuğunda açılan bu alan, boş bir hiçlik değil, titreşimin en saf halidir. "Şimdi"de, bedenin unuttuğu o akışkan lisanı ona yeniden fısıldayacak, dirençleri şefkatle eritecek bir frekansa ihtiyaç duyulur. Bu, dışarıdan gelen bir müdahale değil, içerideki potansiyelle girilecek bir rezonanstır. Ve bu rezonansın asıl ustası, varoluşun en saf haliyle aktığı o Bilinç Alanıdır. Bu, dışarıda bir yerde değil; tam olarak senin içinde ve O sensin.
Şimdi kelimelerin bittiği, yaşamın o yargısız ve şefkatli ritminin duyulduğu yerdeyiz. Bu farkındalık bizi, bir şeyi "yapmaya çalışmaktan" alıp, o akışın en saf halini yaşayan, hiçbir direnç göstermeden sadece "var olan" doğanın bilgeliğine götürür. Sırada; o sessiz zekanın, bedenimizdeki uyuyan potansiyeli nasıl titreştirip uyandırdığına, yani o kadim "Bir'liğin Rezonansı"na tanıklık etmek var.

Yorumlar
Yorum Gönder