Ana içeriğe atla

İç Toprak: Bağırsağın Ruhsal Haritası- Yazı Dizisi – Bölüm 1

İç Toprak: Bağırsağın Ruhsal HaritasıYazı Dizisi – Bölüm 1

Yaşadığını Sanmak – Uyanmadan Önce İnsan Nerede Yaşar?


Bu yazı dizisi, bilgi aktarmaktan çok bir hatırlayışa alan açmayı amaçlar. Burada bağırsak florasına, insanın içsel yolculuğunun sembolü olarak yaklaşılır. Çünkü bağırsak, hem bedenin toprağıdır, hem de ruhun aynası. Bu beş bölümlük yazı dizisinde, bağırsak florasının fiziksel ve spiritüel anlam katmanlarını birlikte açacağız. Her bölümde, kadim bilginin ışığında ve sezgisel bir yolculukla; belki henüz dile gelmemiş ama derinden hissedilen farkındalıkların izinden ilerleyeceğiz.

İnsan, kendini bilene kadar aslında yaşamaz; sadece yaşadığını sanır. Gerçekten yaşamak, yalnızca şu anın farkındalığında mümkündür. Zihin geçmişte oyalanırken ya da gelecekte savrulurken, kişi henüz kendi varlığının merkezinde değildir. İç bağ kurulmamışsa, yaşam bir sürüklenişten ibarettir. Bedende nefes olsa da yüzeyseldir; içte akan bir hayat yoktur.

Uyanışın bedende ilk hissedildiği alan bağırsaktır. Çünkü bağırsak, bastırılmış duyguların, sindirilemeyen deneyimlerin, çözülmemiş travmaların, toksik kalıntıların biriktiği yerdir.

Burada biriken her şey, insanın enerjisini ağırlaştırır. Zihin sislenir, duygular katılaşır, beden yavaşlar.

Bu yüzden çoğu zaman "bitkinim", "yorgunum", "odaklanamıyorum" gibi cümleler yalnızca bedensel değil, ruhsal tıkanmaların da ifadesidir. Ve bu tıkanmanın merkezi bağırsaktır. Çünkü bağırsak yalnızca besinleri değil, aynı zamanda duyguları da sindirir. Sindirilemeyeni ise bedende kayıt altına alır. Bağırsakta, sindirilemeyen yiyecekler zamanla çürür, taşlaşır; aynı şekilde işlenemeyen duygular da bedene katı bir yük gibi yerleşir. Beden kaskatı kesilir, esnekliğini kaybeder; her bir kıvrımı geçmişin bir kaydını taşır hâle gelir.

Beden, biriktirdiklerini bir noktada dışa vurmak ister. Bu, ani duygusal boşalmalarla, beklenmeyen ağrılarla ya da temizlik dürtüsüyle kendini gösterebilir. Kayıtlar çözülmeye başladığında, kişi açıklayamadığı bir hafifleme, zaman zaman da huzursuzluk hisseder. Bu çözülme en çok bağırsakta hissedilir. Çünkü yıllarca sindirilemeyeni taşıyan yer, artık bırakmaya hazırlanıyordur. Ve bırakma süreci başladığında, beden sadece toksin değil; anı, duygu, gömülmüş his de boşaltmaya başlar.

Bunların her biri, bedenin iç toprağı olan bağırsağın kendini yeniden düzenleme, eski yükleri bırakma çabasıdır.

Peki nedir bu biriktirdiklerimiz? Yaşamın içinde görünmeden taşınan çok şey vardır. Çocuklukla birlikte zihinsel olarak içimize işleyen, dile gelmemiş hisler vardır: Anlatılmayan kırgınlıklar, görünmeyen acılar, sırf sevilmek ya da dışlanmamak için bastırılan tepkiler. Ailede başlayan, sonra okulda ve toplumda pekişen bir suskunluk öğretilmiştir. Bu suskunluk aslında sessizlik değildir, ifade edilememiş duyguların susarak donuklaşmasıdır. Bu zamanla kendimizle aramıza koyduğumuz bir mesafeye dönüşür. Ve bu mesafe kendi özümüzle aramızdadır. Bu kayıtların birçoğu yaşamın çok erken dönemlerinde, özellikle de çocuklukta oluşur. Ancak bu kayıt süreci sadece çocuklukla sınırlı değildir. Bazen bir bakış, bir kelime ya da bir suskunluk, yıllar sonra bile ilk defa yaşanıyormuş gibi içimizde yer eder. Zamanın nerede başladığı belli değildir; kayıt, sadece yaşa değil, yaşananın ruhumuzda bıraktığı iz derinliğine bağlıdır. Bu kayıtlar, geçmişe aittir ve her gün yeniden oynatılır. Biz onları şimdi yaşıyoruz sanırken, şimdide geçmişi yaşarız. Aynı duygular, farklı kişilerle; aynı sıkışmalar, farklı olaylarla karşımıza çıkar. Kısır bir döngüde, beden ve zihin aynı hikâyeyi yeniden yeniden oynatır durur. İşte tüm bunlar bırakamadıklarımız, biriktirdiklerimizdir. Ve bırakamadığımız her şey zamanla bedende tortu hâline gelir. Bu tortular hücrelerin içine sızan, bedensel akışı bozan, enerjiyi tıkayan yoğunluklara dönüşür. Bu yoğunluklar en çok bağırsakta hissedilir, sonuçta bedenin boşaltım ve arınma organıdır.

Zihinle başladığını sandığımız pek çok süreç, aslında bedenin hücresel düzeyde verdiği yanıtlarla iç içedir. Bastırılan, görmezden gelinen ya da ifade bulamayan her duygu, bedende karşılık bulur. Kabızlık, şişkinlik, ödem, mide ağrıları, bağırsak düzensizlikleri, alerjiler... Bunlar yalnızca bedensel değil; aynı zamanda duygusal yüklerin ifadesidir. Beden bu yolla bir tür uyarı verir, "burada fazlalık var" der. Ve işte tam da bu fark edilebilirlik, kişide bir uyanışı tetikler.

Aynı şekilde, zihinde biriken çöpler de bir noktada dışarı taşmak ister. İçeride yer kalmadığında, bastırılan düşünceler, duygular, imajlar zihinsel çöküntülere yol açar. Depresyon, panik atak, kaygı bozuklukları gibi süreçler yalnızca mental düzeyde yaşanmaz; bedende de kendine alan açar. Böylece içte biriken her şey, ister bedenden ister zihinden yola çıksın, sonunda bütün sistemin titreşimini etkiler. Ve her durumda, beden bu çözülmenin sessiz tanığı ve çoğu zaman da ilk habercisi olur.

Bedenin tuttuğu kayıtları anlamak ve fark etmek özgürlüğe açılan yoldaki ilk büyük adımdır. Bu aydınlanma anı artık yeni kayıt tutmamak için yeterli bir alan açar. Farkındalık arttıkça, uyarılan ve açığa çıkan kayıtlar da fark edilir. Ve biz, şimdi sandığımız bir anda, aslında yıllar önce kaydedilmiş bir duygunun içinden geçiyor olabiliriz. Bu tekrar eden döngüler sadece zihinsel değil, bağırsakla da bağlantılıdır. Çünkü bağırsak, tekrar tekrar sindirmeye zorlandığımız, ama bir türlü bırakamadığımız yüklerin en temel taşıyıcısıdır.

Kendimizi aynı olayların içinde bulduğumuzda, hep benzer kişileri çektiğimizde, aynı çıkmazlarda döndüğümüzde, çoğu zaman bunun farkında bile olmayız. Ama beden, özellikle de bağırsak, bu farkındalığın ilk sinyallerini verir. Çoğu zaman, bu tekrarlayan sıkışmaların ve döngülerin kökü bağırsaktaki çözülmemiş kayıtlarla bağlantılıdır.

Bağırsak, sadece fiziksel bir organ değil; zamanla katman katman örülmüş geçmişin iç kapısıdır. Bu kapıdan geçmek, yüzleşmek değil; hatırlamakla başlar. Hatırlamak da, bedenin diline kulak vermekle mümkün olur. Bizi hasta eden çoğu zaman bırakamadıklarımızdır. Bazen de fark etmeden tuttuğumuz küçük şeyler, bir dağın gölgesi gibi çöker içimize.

O yüzden diyebiliriz ki:

“İnsan, uyanmadan önce toprağında değil; sadece gölgesinde yaşar.”

Yaşam, sadece bir bedenin hareketi değildir. Yaşam, içte akan canlılıkla başlar. Ve bu canlılığın tohumu kalpte, toprağı ise bağırsaktadır. Bağırsaklar çölse, kalpteki tohum toprağa düşmez, düşemez. Bağırsaktaki çölü vahaya dönüştürmek mümkündür. Orası, suların aktığı, çiçeklerin açtığı, rengârenk bir yaşam alanına dönüşebilir. Öze dönüş, yeniden bir şey inşa etmek değil; zaten hep orada duran özü hatırlamaktır. Bağırsak için de bu geçerlidir. İçerideki kuraklık, bir başkasından değil; kişinin kendi bırakamadıklarından oluşur. O birikim, zamanla katılaşır. Ve bu katılaşmayı fark ediş, şifalanmanın başlangıcıdır.

Peki bu iç toprak ne zaman ve nasıl oluşmaya başlar? Her şey daha ilk nefeste başlar. Anneyle kurulan temas, çevrenin sesi, dokunuşu, kokusu… Tüm bu ilk karşılaşmalar yalnızca zihne değil, bağırsak dediğimiz iç toprağa da kazınır. Görünürde hiçbir şey olmamış gibi geçip giden anlar, içeride hücresel bir hafıza olarak kalır. Ve yıllar sonra, bu görünmeyen izler kendilerini bedende, duygularda ve ilişkilerde tekrar tekrar hatırlatır. Şimdi bu görünmeyen haritayı birlikte okuyacağız.


Yorumlar

İlgili Diğer Yayınlar

Rafine Şekersiz Siyez Keki

Rafine şeker kullanmadan en eski un olan 10 bin yıllık unla, siyez unuyla kek yapalım mı? Rafine şeker yerine ne kullanmak lazım. Sunni tatlandırıcılar da en az şeker kadar zararlıyken geriye ne kalıyor?  Ya bal ve pekmez. Bal ısıyla temas edince toksik etki yaratıyor. Pekmezde zaten çok uzun süre kaynatılarak yapıldığı için bu etki maalesef mevcut. En iyisi soğuk sıkım pekmezler tüketmek. Aranırsa bulunuyor. Pekmezi de ısıya dayanıksız olması yüzünden kullanmıyorum pişirilecek tariflerde. Geriye şeker yerine kullanabileceğim çok fazla da seçenek kalmadı. Meyvenin kendi şekeri dışında.  Tatlandırıcı için olgun muz ve kuru dut kullandım. Hurma ya da kuru üzüm, gün kurusu kayısı da kullanılabilir. Fermente mutfağımda kullanılmayan malzemeler; Rafine tuz, Rafine şeker, Rafine endüstriyel un (organik ve tam buğday unu da olsa kullanmıyorum) Kabartma tozu, Şekerli vanilin, Kakao (yalnızca ham kakao kullanıyorum) Zeytin yağı, Hindistan cevizi yağı  ve tereyağ...

Kendi dönüşüm Hikayem- 2. Baskı- Fermantasyon İle dönüşüm Sanatı

  KENDİ DÖNÜŞÜM HİKAYEM Bu yolculuğa nereden başladığımı anlatmak kolay, ama nasıl dönüştüğümü anlatmak biraz daha derin bir mesele.  Çünkü gerçek bir dönüşüm, yalnızca dışarıdan değil; içeriden başlıyor.  Ve içeriden olan şeyin sesi bazen sessizliktir. Eskiden her şey çok daha karmaşıktı. Zamanla yarışan bir hayat, hep bir şeylere yetişmeye çalışan bir hal, her şey kontrol altında olacak sanrısı...  Ama içten içe biliyordum ki, bu hızda bir eksiklik vardı.  Bir şeyleri eksik yapıyordum, ya da fazladan yapmaya çalışıyordum.  Bir yerde içimden şu cümle çıkıverdi:  "Gerçek neydi? Gerçek olanla temas ettiğimde nasıl hissediyorum?

7/4 Fermente Temizlik 2

  Fermantasyon ile Dönüşüm Sanatı İleri Dönüşüm Sanatı Fermantasyon 7. Bölüm 4. Kısım Bulaşık Makinesi Deterjanı   Sağlığınıza tehdit oluşturacak maddeler içeren hazır deterjanları kullanmak yerine, evinizde önerdiğim malzemelerle kendi karışımınızı hazırlayabilirsiniz.  Çamaşır deterjanı tarifimle bu tarif aynıdır, aralarındaki tek fark, her ikisine eklediğim farklı uçucu yağlar.   Malzemeler 1 kalıp Artisan Çamaşır Sabunu 2 su bardağı boraks 2 bardak çamaşır sodası (sodyum karbonat) 1 su bardağı karbonat (sodyum bikarbonat) 10 Damla Limon uçucu yağı 10 damla portakal uçucu yağı (uçucu yağ oranlarını arttırıp azaltabilirsiniz)   Yapılışı Çamaşır sabununu rendeleyin, rendelediğiniz sabunu bir bez üzerinde bir köşeye sererek biraz kurutun. Sabunlar kuruyunca bir rondo  yardımıyla granül hale getirin. Sabun ve diğer tüm malzemeleri bir kapta karıştırın, sonra kapaklı bir kaba ya da kavanoza alıp kullanabilirsiniz. Makineyi çalıştırmadan önce deterjan gözüne 1...