Kalp ve El ile...
Çelik bir bıçakla ağacı yontmaya başladığınızda bunu sabırla yaparsanız, ağacın iniltili sesini duyarsınız. Her bıçak darbesinde ağaç adeta sizinle konuşmaya başlar. Bıçağı ne yöne doğru ittireceğinizi size söyler ve nerede duracağınızı. El ile yontamazsınız bir ağacı bu yüzden. Sadece elle yontmak için makinelerden yardım alabilirsiniz. Kalp ile yontmak için ağacı dinlemek şarttır, burada makine yoktur. İnsan, bıçak ve ağaç vardır sadece.
Formül, reçete sadeleştikçe zerafet artar, sanat ortaya çıkar.
Ağacın sesini ilk duyduğumda, çıkan sese aşık oldum. Ağacı yontarken tahtanın darasını alırsınız, fazlalığı ortadan kaldırdığınızda zarafet ortaya kendiliğinden çıkmaya başlar. Ağacın su yolunu bulmak lazım önce. Su yolundan sakince vurmaya başlayınca çeliği ağaca, ağaç inlemeye başlar nazlı nazlı. Çelik ve ağacın her buluşmasında, ağaç inleyen sesi ile sizi büyüleyip, sizi alır sizden. Zaten sen;
senden geçmeye, alınmaya, ele geçirilmeye hazırsındır. Bu, bir ağaç tarafından olsa bile.
Bir parça ağaçtan bir eser ortaya çıkartmayı istemek, aynı anda seni birden fazla meraka yöneltir. Ağaçları tanımak, ne yapmak istediğine karar vermek, uygun ağacı bulmak, uygun bıçakları bir araya getirmek gibi daha işe başlamadan önce çözülmesi gereken konular vardır. bu konular öncelerde biraz daha zaman alıcı ve işin sıkıcı kısımları gibi görünür ve pek çoğu bu kısımdan ötesine geçemez. İş ağacı oymaya ve yontmaya geldiğinde yine hemen ağaç sana inlemez. Bir çalışmada ağacın inlemelerini duyacağın anlar çalışmanın belkide yüzde onluk kısmı bile değildir. O da, o sırada duymasını ve dinlemesini bilirsen duyarsın. Geri kalan yüzde doksan ise o an için hazırlıktır. O an için çalışma, hak etme, sabretme ve heyecan duymadır.
Hayat böyledir aslında, dinlemeyi bilen sedece duyar. Ruha besin olacak özü o anda kaçırmadan yakalar. Hayatı yaşarken darasını almadan özüne inemez, söyleneni duyamayız. Darasının içine gömülen özü kaçırır. İnsan darasını seyretmeyi öğrenince ancak özü ile beslenir.
Ruhumuzun beslendiğinde sonsuz bir haz içine girdiği anların toplamıdır huzur, aşk, muhabbet ve belki de yaşam amacımızı bulduğumuz zamanlar. Bu değerli anları vaktin içinde ararız özlemle.
Arayan bulamaz, bulanlar arayanlardır.
Yani aramadan bulunmaz lakin aramayı bilmeli insan. Vaktin içinde olmalı insan bulmak için. Öncelikle vaktin oğlu olmalı ki, sonra vaktin efendisi olabilsin.
Vakti kontrol etmeyi bırakıp, vakte teslim olduğunda seyreder insan vakitte olan biteni. Seyir koltuğunda yolculuk için biraz gayret gerekir. Gayret iş ile olur. Kalp ve el ile yapılan işte zihin dinlenir, gönül ferahlar.
Asl olan insanın kendisi tanımasıdır. Kendisini tanımadan bir ağacı duyamaz insan. Kendisini duymayandan bir başkasını duyması beklenemez. İnsanın kendisini tanıması için, kendisini aradan çıkartması şarttır. Ne demiş bizim Yunus;
Sen çıkınca aradan,
Kalır seni Yaradan...
Bunu göze almak zor gelir insana. Oysa zor görünenler, kolay yollar açar bilmeyiz. İnsanın kendisini aradan çıkartması için benliğinden vaz geçmesi ve teslim olması gerekir. Bu teslimiyet başına gelecek olumlu olaylar için değildir. Teslimiyet paketi, başına gelebilecek her şeyi içerir ve teslim olduktan sonra sana iyilikleri vaat etmez. Teslimiyet dışarıda gerçekleşen olayları değil, içeride verdiğimiz tepkileri değiştirir. Hayatın böylece içerden dışarıya doğru değişir. Dışarıda olan biten aslında onlara verdiğimiz tepkilerle sınırlıdır...
İşte dünyayı değiştirmek isteyen insan. Dünyanı değiştir, dünya değişsin. Dünyasını değiştirmeye yanaşmayan insan bari şikayeti bırak. Şikayet ettikçe çoğaltıyorsun, şikayet ettiklerini dünyanda. Şükret...
Şükür ile çoğalt şükür gerektiren dünyanı.
Kalp ve el ile ağaca dokununca, ondan çıkan sesi duyabilirsin. Kalp ve el ile neye dokunursan onun sesini de duyabilirsin.
Perdeler kalkar, sır görünür,
suretler silinir, Yar görünür...
Sevgi ve hürmetle
Ferda
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder