Ana içeriğe atla

Sürgün Değil, Yuvandasın


 
Kendi Toprağına Köklenmek

Bazı bitkiler vardır; saksının içinde büyürler ama içlerinde bir bahçenin özgürlüğünü taşırlar. Kökleri sınırlı bir toprakta olsa da, varlıklarındaki canlılık sınırsızdır.

Ofisimde, masamın yanında duran küçük kumkat ağacı onlardan biri. Yıllardır ben yer değiştirdikçe benimle taşınır ve buna hiç aldırmaz.

Odanın ışığı değişti, duvarları boyandı, binalar değişti, odalar değişti... Ben değiştim, hayat değişti, işler değişti... Ama o, hep aynı dinginlikle yerli yerindeydi.

Taşındı, yer değiştirdi, ama aslında o hiç yerinden oynamadı.

Bu minik ağacın çevresine duyarsız olduğu sanılmasın; aksine, son derece duyarlıdır. Güneşin yönüne, sulanma vaktine, havanın durumuna, ortamın enerjisine... Her şeye karşı algıları o kadar açıktır ki, yapraklarıyla adeta tüm ihtiyaçlarını dile getirir. 

Dış dünyayı kusursuzca algılayan bu ağaç, dışa dönük olan yanını bu algıya göre şekillendirir. Yapraklanması, çiçek açması, meyveye durması, hatta meyvelerinin sayısı ve boyutu bile bu dışsal etkenlere bağlıdır. Ancak yaşama tutunmasını sağlayan o asıl güç, yalnızca kendi köklerinden gelen enerjiden filizlenir.

Çünkü onun asıl kökü toprağın altında değil, kendi içindedir.

Gerçekten köklendiğinde savunmasız olmazsın; aksine, neyin seni besleyeceğini bilen bilge bir geçirgenliğe ulaşırsın.

Kök Salmak mı, Kök Olmak mı?

Zihin, doğası gereği "şimdi"de var olamaz; bu yüzden geçmiş deneyimlere, dışsal durumlara, olaylara, kişilere, nesnelere, kısacası her şeye tutunmak ister ve tutunur da. Bir ev, bir şehir, bir insan, bir iş, bir kimlik, ya da çok daha fazlası. Bunların her birisi, zihnin kök saldığı dışsal dayanaklardır. Başkasına yaslanarak ayakta kalmaya çalışmak, kendi gövdeni yok saymak, unutmaktır.

Gerçek köklenmek ise dışarıdaki bir şeye tutunmak değildir. O, tüm dışsal destekleri bırakıp kendi varlığının sarsılmaz zeminine inmektir.

Köklenilecek tek bir yer vardır: "Ben'im" hissi.

Tüm dikkatini o saf "varım" hissine verdiğinde, artık ne dünyanın fırtınaları ne de zihnin gelgitleri seni yerinden oynatabilir. Çünkü sen, artık o fırtınalarda sallanan bir yaprak değil, tüm fırtınaların üzerinde olup bittiği o değişmez Dağ'sın. En gürültülü fırtınalar, en sessiz merkezlerin etrafında döner. Çünkü her şey geçse de, benim hissi hep oradadır, varlığın böyle bağsız ve özgürdür.

Zihin "köklenmek" için aşağıya, toprağa bakar. Ben ise sana diyorum ki, "köklenmek" için içeriye, her şeyin kendisinden doğduğu o Kaynağa bak.

Gerçek köklenme, kendi içsel varlığımıza doğrudur. Çünkü dışarıya doğru olanlar kök değil, zihinsel bağımlılıklardır.

Kendi gerçekliğine köklenmemiş olan zihin, dışarıda tutunacak nesneler arar ve bulur da. Varlığı dışsal olduğu için, bu devamlılığı ancak dışarıda bağ kurduğu nesnelerle sürdürebilir. "Şimdi"de köklenemediği için geçmişten beslenir; geçmişin kayıtlarını daima canlı tutarak onların projeksiyonuyla bir gelecek planlar, hedefler koyar ve onlara ulaşmak için var gücüyle çabalar.

İşte bu, zihnin kısır döngüsüdür. Dış dünya sürekli değişkendir; değişim, bu dünyanın tek değişmez kuralıdır. Her şey ve herkes gelir ve geçer. Gelenler ve geçenler değişse de "gelip geçme" eyleminin kendisi kalıcıdır. İşte bu noktada, tüm bu değişimin ortasında kaya gibi sabit duran içsel varlığın fark edilmesiyle gerçek köklenme başlar. Dışarıda aradığın kalıcılık, yalnızca içerideki değişmezliğin soluk bir yansıması olabilir.

Ve bağımlı olunan ne varsa, değişenle birlikte çöker. Her çöküşten sonra geriye kalan sabit varlık, yalnızca Sensin.

Kaynağına köklenmek, zamana ve mekâna bağlı olmadığı için değişime tabi değildir. O hakiki Varlık; değişmez, sarsılmaz, dünya yıkılsa bile zerre miktar yerinden oynamaz. O, "Ben varım," halinin ta kendisidir.

Bu, tüm olayların, durumların ve kişilerin içinde ortaya çıktığı o saf bilince, o sonsuz alana köklenmektir.

İşte bu, geçici olana değil; öze, sabit olana bağlanmaktır.

Köklenmek, güvenmektir. Öze duyulan bu güven, sarsılmaz ve hakiki bir emin olma halidir.

Dışarıdaki bağlılıkları kök sanan kişi, değişen bir adreste, biten bir ilişkide, kapanan bir kapıda yerle bir olur. Ayağının altındaki zeminin kaydığını, yani köksüz kaldığını hisseder. Oysa gerçek kökleri tam da oradadır; fark edilmeyi bekler.

Şimdi, kök sanarak dışarıya saldığımız o görünmez esaret ve bağımlılık zincirlerini fark etme zamanı. Çünkü fark edilen her şeyden özgürleşilir. Ve Sen, özünde zaten özgürsün.

Kendiyle köklenmiş olmak;

Bu, bir yere ait olmak değil, kendine ait kalabilmektir.

Gittiğin her yerde yeniden doğabilmektir.

Taşındığında sürgün değil, yolculukta hissedebilmektir.

Ve hiçbir yere “tutunmak” zorunda kalmadan, bulunduğun her yerde tutunulacak bir varlık olmaktır.

Taşınabilir Köklerin Gücü

Kumkat ağacı yıllardır saksıda benimle… Ama bu onu “taşınan” değil, “adapte olan” yaptı. Toprak azdı ama ışığı okuyordu. Yer değişse de büyümeye devam etti. Çünkü beslendiği asıl toprak, saksının içi değil, kendi varlığının merkeziydi. Köklerin ne kadar derindeyse, dalların gökyüzüne o kadar özgürce uzanır.

O küçücük kumkat ağacı bana; kendiyle kök halinde kalmayı, yeni alanlara kolayca adapte olurken kendinden vazgeçmemeyi, kırılmadan ve savrulmadan esnek kalabilmeyi, gittiği her yere "yerleşmiş" değil, "yerleşen" olarak varmayı öğretiyor.

Sen Nereye Gidiyorsan, Merkez Orasıdır

Kendiyle köklenmiş bir varlık, hiçbir yere sığınmaz. Çünkü sığınağı, zaten içindedir. Dışarıda görünenler değişir ama o eskiyi aramaz. Yuvayı içinde taşıdığı için, varlığıyla her yeri yuva yapar. Yuva, dört duvardan ibaret olduğunda her taşınma bir yıkım olur. Yuva sen olduğunda ise her adım yeni bir temel atmaktır.

Bu hal, yerleşmekten daha derin bir yer edinmektir. Sadece fiziksel değil, enerjetik olarak da merkez olmaktır. Ve bu merkez bir mekân değil, bir farkındalık hâlidir.

Dur ve Sor

Ben şu an neredeyim?

Gerçekten bulunduğum yerde miyim?

Yoksa kök salmak için dışarıda bir yer, bir insan, bir zaman mı bekliyorum?

Kendinle köklendiğinde, hiçbir yerden kovulmuş hissetmezsin.

Çünkü bilirsin ki, her yer seninle gelir.

"Ben buradayım" demenin en güçlü yolu, bir mekânı değil, bir varoluş anını işaret etmektir.

Tüm bunların var olduğunu bilen o en temel, en sessiz, en sarsılmaz "Ben'im" gerçeğine köklenilir. O, senin tek ve ebedi toprağındır.

Yorumlar

İlgili Diğer Yayınlar

Rafine Şekersiz Siyez Keki

Rafine şeker kullanmadan en eski un olan 10 bin yıllık unla, siyez unuyla kek yapalım mı? Rafine şeker yerine ne kullanmak lazım. Sunni tatlandırıcılar da en az şeker kadar zararlıyken geriye ne kalıyor?  Ya bal ve pekmez. Bal ısıyla temas edince toksik etki yaratıyor. Pekmezde zaten çok uzun süre kaynatılarak yapıldığı için bu etki maalesef mevcut. En iyisi soğuk sıkım pekmezler tüketmek. Aranırsa bulunuyor. Pekmezi de ısıya dayanıksız olması yüzünden kullanmıyorum pişirilecek tariflerde. Geriye şeker yerine kullanabileceğim çok fazla da seçenek kalmadı. Meyvenin kendi şekeri dışında.  Tatlandırıcı için olgun muz ve kuru dut kullandım. Hurma ya da kuru üzüm, gün kurusu kayısı da kullanılabilir. Fermente mutfağımda kullanılmayan malzemeler; Rafine tuz, Rafine şeker, Rafine endüstriyel un (organik ve tam buğday unu da olsa kullanmıyorum) Kabartma tozu, Şekerli vanilin, Kakao (yalnızca ham kakao kullanıyorum) Zeytin yağı, Hindistan cevizi yağı  ve tereyağ...

İç Toprak: Bağırsağın Ruhsal Haritası Yazı Dizisi – Bölüm 4

Floranın Uyanışı – Temizlik, Dönüşüm ve Bilinç. Farkındalık bir ışık gibidir; karanlıkta yıllardır saklananı, bir anda görünür kılar. Bu ışık parladığında aynı zamanda yıkım da başlar. Çünkü görülen şey yalnızca geçmiş değil; ondan kaçışın, bastırmanın ve taşımanın tüm ağırlığıdır. Bu his, zihinsel bir düşünce ya da bir fikir değildir; varlığın derinlerinde bir kırılma anıdır. Farkındalık kişinin aslında "ben" olmayanla özdeşleşmesinin farkındalığıdır. Ne olmadığını buldukça, aslında ne ya da kim olduğunu anlamasıdır. Farkındalık anı, bilinenin ötesidir, bilinmeyene kapı açılmıştır, zihin için rahatsız edici olabilir. Çünkü (zihin) kişi, taşıdığı şeyi bırakmak istemez, çünkü onunla yaşamayı  ve o olmayı öğrenmiştir. Farkındalık anı, zihinsel yapının ve eski kimliğin çözülme anıdır. Bazen bu bir iç titreme, bazen bir boşluğa düşme, bazen de sessizlikle gelen bir utanç duygusudur. Bu duyguların her biri, farkındalığın içeri sızarak kurumuş zemini çatlatmaya başladığını gösterir...

Evde Probiyotik Yoğurt Nasıl Yapılır

Evde yoğurt mayalama tariflerini her yerde bulmanız mümkün ama bu tarif probiyotik yoğurt tarifi. Yoğurt prebiyotik bir besindir. Biz mayalarken probiyotik ilave ederek yoğurdumuzu probiyotik yoğurt yapacağız. Tarife geçmeden önce kısaca söz etmek istediğim önemli bir konu var. Bazı facebook gruplarında, web sitelerinde, video sitelerinde nohut ile, kozalak ile, çiğ tanesi, ısırgan otu gibi pek çok şeyle nasıl yoğurt mayanlandığından ve bu yoğurtların "doğal yoğurt" olduğundan bahsedilmekte. Doğal yoğurt mayası dışında mayaladığınız hiçbir şey ile yoğurt elde edemezsiniz. Pıhtılaşmış, katılaşmış sütün bir formunu elde edersiniz, ama onun adı yoğurt olmaz.  Neden mi? , şöyle ki;